6 Kasım 2009 Cuma

We love you, Hagi


Dinoma Bükreş-Galatasaray maçında, az sayıda Galatasaray taraftarı "Hagi, bize sarı desene desene desene" diye bağırıyor... Hagi de tribünden, onlara "oley oley oley" şeklinde karşılık veriyor. Çok yaşa Hagi!

2 Kasım 2009 Pazartesi

11. Bienal'in ardından



Sayın baylar, bize hep ders verirsiniz:

Aman, günah, ayıp, kötü, yanlış,

Aç karnına kuru öğüt çekilmez.

Önce doyur beni, ondan sonra konuş.

Sende göbek, bizde ahlak nedense.

Şimdi bizi iyice dinle bak;

İster şöyle düşün, istersen böyle:

Önce ekmek gelir, sonradan ahlak.

Artık vermek gerek, unutmayın sakın,

Tüm nimetlerden, payını yoksulların.

İnsan neyle yaşar?

İnsan neyle yaşar: Ezip hiç durmadan.

Soyup, dövüp, yiyip, yutarak insanları.

Yaşabilmek için hemen unutmalı,

İnsanlığı unutmalı insan.

Katı gerçek budur, kaçınılmaz

Kötülük yapmadan yaşanamaz.

Efendiler bize ahlaksız dersiniz

Kötü kadın, utanmaz fahişe

Aç karnına suçlanmak hiç çekilmez

Önce doyur beni ondan sonra söyle

Sende şehvet, bizde edep nedense

Şimdi bizi iyice dinle bak;

İster şöyle düşün, istersen böyle:

Önce ekmek gelir, arkadan ahlak.

Artık vermek gerek, unutmayın sakın,

Tüm nimetlerden, payını yoksulların.

İnsan neyle yaşar?

İnsan neyle yaşar: Ezip hiç durmadan,

Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanları.

Yaşayabilmek için hemen unutmalı,

İnsanlığını unutmalı insan.

Katı gerçek budur, kaçınılmaz

Kötülük yapmadan yaşanamaz.

Bertolt Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’da yer alan İnsan Neyle Yaşar? şarkısının sözleriyle başlayalım istedim. Şarkının sözlerini okuyunca ve mekanlarını gezince, 11. Bienal’in Bertolt Brecht’e saygısızlık olduğunu düşünenlerin yorumlarının biraz abartı olduğuna karar verdim. Neden mi? Bienal sponsorunun bir banka ile bağlantılı olması bile eleştirildi, Bertolt Brecht nasıl olur da, bir bankanın sponsor olduğu etkinliğinin merkezine koyulurmuş? Bu eleştirileri yaparken insanlar acaba küratörlerin bu çelişkiden güç aldığını düşünmediler mi? Ve yeni dünya düzeninde karşıtların birbirlerinden daha fazla beslendiğine dikkat çekmek istediklerini düşünmediler mi? Ya ben eleştirileri anlamadım ya da insanlar bu Bienal’in son yılların en siyasi, en aktivist eserlerden oluştuğunu görmezden geldiler. Bu yıl kadın hakları ön plandaydı, eşcinsel haklarına vurgu yapan videolar çok etkiliydi. Buram buram siyaset kokan buram buram eleştiri ve isyan kokan bir Bienal’in Bertolt Brecht temalı olması sevindirici değil miydi?

Eserlerden bir demet

Bienal’de sahne alan 120 projenin hepsini burada anlatmaya çalışmak pek mümkün değil, en azından dikkat çeken birkaç eseri fotoğraflarla birlikte sizlerle buluşturmak istiyorum.

Antrepo'nun en dikkat çekici eseri Erörist Kabera (2009) Etcetera isimli bir grup sanatçı tarafından hazırlanmış. Bir tiyatro sahnesinde sanatçılar, devrimciler, entelektüeller, şişelerle, kadehlerle, çay bardaklarıyla konuşuyor ve ortaya ilginç fikirler çıkıyor.






Mladen Stilinovic, birisi Antrepo’daki diğeri de Tütün Deposu’nda olmak üzere iki eserle Bienal’de yer alıyor. Kimse Görmek İstemez (2009) isimli çalışmasında Antrepo duvarına dünyanın en zengin üç kişisinin, en fakir altı yüz milyon kişisine eşit mal varlığına sahip olduğu gerçeğini temel alıyor. Tütün Deposu’ndaki Yemekli Çalışmalar ile de parayla kaplı bir ekmek, farklı renklerle parçalara ayrılmış tabaklar fakirlik, açlık kavramlarını merkeze taşıyor, tıpkı Bertolt Brecht gibi.




Wafa Hourani’nin Antrepo’nn girişinde yer alan kent maketi Kalendiye 2087 ismini taşıyor. Kalendiye askeri noktası ve mülteci kampının üçüncü tasviri. İşgalin hissedildiği ilk iki versiyonun aksine bu kentte ne kontrol noktası ne de işgalden izler var.



Tütün Deposu ve Rum Okulu’nun en güzel eserlerinden birine imzasını atan Vyacheslav Akhunov’du. Tütün Deposu’nda sergilenen 1 m2 (2007), bir metrekarelik alanda kibrit kutularıyla yapılmış bir eser. Kibrit kutuları sanatçının 1976-1991 arasında tuttuğu çok sayıda günlükten ve albümlerden alınmış küçük boy röprodüksiyonlarıyla, desenleriyle ve planlarıyla süslenmiş. Uzaktan bakıldığında tek tip gibi görünen bu kutular yakından bakıldığında içlerindeki desenlerle farklılaşıyor. Rum Okulu’nun merdivenleri boyunca duvara asılan Pullar ise SSCB Komünist Partisi liderlerini (Lenin, Stalin, Brejnev, Çernenko) gösteren resimlerden ve propaganda posterlerden oluşuyor.





Margaret Harrison’ın Evişçileri (1977-1978) isimli eseri Antrepo’da yer alıyor ve evden çalışan ve sendika üyesi olmayan kadınların durumuna dikkat çekiyor.




Sanja Ivekovic’in Devrimi Beklerken (Alice) eseri Antrepo’nun girişinde ve Türkiye Raporu 09 eseri ise tüm mekanlarda buruşturulmuş kırmızı sayfalar olarak yer alıyor. Bu rapor Türk STK’larının kadınlar ile ilgili hazırlattığı raporlardan alınmış maddelerden oluşuyor. Kırmızı sayfaların buruşturulmuş şekilde yerde sergilenmesi de oldukça ironik.


Güneş Gözlükleri (2009) ise Mor Çatı vakfıyla birlikte hareket edilerek hazırlandı. Güneş gözlüklerinin farklı bir işlevine gönderme yapan bu yapıtlar, Elele ve İstanbul Life dergilerinde ilan olarak yayınlandı ve çeşitli mekanlarda da poster olarak sergilendi.




Rum Okulu’nda Arşiv ve Dosya Odası’nda sergilenen Mimarlık Bakanlığı: Kültür Devletleri (2008-09) eseri Paris merkezli kooperatif Societe Realiste’nin imzasını taşıyor. Die Zukunft (Gelecek) adlı tipografik duvar yapıtı, Clausewitz’in “savaş, başka araçlarla devam ettirilen siyasettir” sözünü; “gelecek, başka araçlarla devam ettirilen geçmiştir” şeklinde değiştiriyor. Yeni bir yazı fontu ve dünyaya yeni bir bakış açısı ile yeni bir düzen kuruyor.


Mekanların etkisi

Antrepo, Tütün Deposu ve Rum Okulu arasında seçim yapmak hiç de zor değil, gözüm kapalı Rum Okulu’nu seçerim. Bu Rum Okulu’ndaki eserlerin Antrepo ve Tütün Deposu’ndaki eserlerden daha iyi olduğu için değil. Bir birikim ve tema üzerine oluşturulan Bienal’i daha iyi yansıtmasından kaynaklanıyor. Okul olarak bir geçmişi olan bu mekan, eserlere ayrı bir anlam ve ruh katmıştı, bu yüzden son yıllarda en keyif alarak dolaştığım Bienal mekanıydı.

Antrepo, sadece geniş olduğu için mi Bienal’in yıllardır ana mekanı oluyor? Antrepo’nun artık Bienal için ömrünü doldurduğu kanısındayım, illa ki burada eserler sergilenmeye devam edecekse, eserlerin sayıları azaltılmalı ve Antrepo’ya farklı bir anlam kazandırılmalı. Burası geniş, rahat rahat eserleri yerleştiririzden öte, Antrepo’nun da bir ruha ihtiyacı var.

Binela’nın işaretleri

11. İstanbul Bienal’inin mekanlarını süsleyen ve gezerken bize yol gösteren işaretler ve uyarılar da takdire şayandı. Özellikle, sadece sola dönün (turn left) uyarısı bulunması da yüzümde ayrıca bir tebessüme neden oldu.


Sonuç olarak bir Bienal’i daha geride bıraktık. İnsanın neyle yaşadığının yanıtını bulabildik mi orası bilinmez, ama en azından, kendimiz için en gerekli şeyleri masaya yatırdık ve biraz düşündük.