24 Aralık 2011 Cumartesi

Adana 71 yıldır demir gibi

Adana'da ismi Demirspor ile anılan Sular semti, yakında yeni bir görünüm kazanacak. Bir kuşak Demirspor Apartmanı'nı hatırlamayacak bile.

Eskinin kulüp binası yıkılmak üzere. Demirspor, çoktan taşındı yeni binasına.

Bugün yeni yaşını kutlayan Adana Demirspor'un yıkıntıdan daha güçlü çıkması dileğiyle... Var olsun, çok yaşasın...

Kendime not 1: Geçtiğimiz hafta cuma günü çektim bu fotoğrafı; keşke eski halini de fotoğraflasaydım.

Kendime not 2: Gelecek yıl 24 Aralık tarihinde Adana'da ol.



20 Aralık 2011 Salı

Futbol Hayattır Teorileri 8


"Metin Kurt gibi yalnızız ceza sahasında"

(Kesmeşeker'in son albümündeki "Metin Kurt Yalnızlığı"nı dinlerken - 20 Aralık 2011)

17 Mayıs 2011 Salı

Futbol Hayattır Teorileri 7


İnsanın istemediği ot burnunun dibinde bitermiş...

(Fatih Terim'in 3. dönemi için görüşmelerin başladığını duyunca - 16 Mayıs 2011)

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Sonunda kavuştuk Demirspor

Yıllarca Demirspor’un mekanında yaşamış, aynı havayı solumuş ama hiç 5 Ocak stadında onları alkışlamamıştım. Uzaktayken sevmeye başladım, futbolun sadece kazanmak olmadığını özümseyince; kulak kabarttım. Sonunda Adana Demirspor – Pendikspor maçında buluştum, lacivert-mavi ile… Maç günü hava sıcak, acaba ne kadar taraftar olur, stadın önü kalabalık mıdır, polis çok sıkı arama yapıyor mudur, bu sorularla yürüyorum Reşatbey’den stada doğru. Biraz da geç kalmışım, maç başladı başlayacak; Edip Akbayram’ın sesi yükseliyor stad hoparlöründen. Forma da almak lazım… Aklımda enine çubuklu mu, klasik çubuklu mu sorusu dolaşıyor.

Şarkı, türkü faslı bitiyor, futbolcuların isimleri okunuyor. İçerden yükselen ıslıklar, alkışlar… Her maçtan önceki hemen içeri girme telaşımı tetikliyor, ama forma alınacak. Düz çubuklu, düz çubuklu; lacivert ve mavi formayı üzerimde buluyorum. Reklamsız, numarasız; güzel armalı Demirspor forması…

Eski, ama güzel 5 Ocak stadı; boyası dökülüyor, kırıklar dökükler var ama güzel. En azından insana kendini misafirlikte hissettirmiyor (Türk Telekom Arena misali). Yalandan bakılıyor çantalara, kapıdan geçiliyor, maç başlamış; kapalı da alıyorum yerimi.

Efsane maraton neredeyse dolu, şimşekler yerinde; anlıyorum ki onlara oturmak haram. Protokol tribünü de kapalıda, ama numaralı gibi değil burası; söz konusu lacivert-mavi ise coşku her tarafta. Önce pankartlara ilişiyor gözüm, “haykır acını, dön mazine”, “soylu kavgam”, “acılara tutunmak”, “düştüysek kalkarız, daha ölmedik ya” en beğendiklerim. Sonra tribünlerden yükselen kararlı ses, çekiyor insanı içine. Tutkuyla, istekle ve ısrarla tekrarlanıyor marşlar. Tribünlerin karşılıklı söylediği marşlarda sırasını bekleyen tribün, takımdaşlarını alkışlıyor; istisnasız.

Şimşekler, “Neyleyim cebimdeki milyon doları, sen şampiyon olmayınca, bazen sevinç, bazen keder, senin sevgin ömre bedel” marşını söylerken, yerimde durmakta zorlanıyorum. Bu marşın ritmine hayran kalmamak elde değil.

Tribünlerde gençler ağırlıkta, belki ritmin ve enerjinin kaynağı bunda saklıdır. Çocukların ve kadınların sayısı da oldukça fazla, bu kadarını beklemiyordum açıkçası. Maçı, kapıda arama yapan görevliler de izliyor; yorum yapıyorlar maçla ilgili.


İlk yarı 0-0 sonuçlanıyor. Devre arasında; şimşekler, “yangın var yangın var, ben yanıyorum”, “sula bizi itfaiye” diye itfaiyeyi göreve çağırıyorlar. İtfaiye aracının tepesindeki görevli aşağı iniyor, bir yerlere koşturuyor, aracın içindeki görevli oldukça cool bir tavırla kılını kıpırdatmıyor. Sonra, onay alınıyor sanırım; araç hareket ediyor; koşturan görevli aracın tepesine çıkıyor. Önce maraton, sonra şimşekler ve en sonunda kapalı serinliyor. Ben de payıma düşen serinliği alıyorum.


Sadece bu olay bile, Demirsporlu olmanın farklı bir ruh hali barındırdığını gösteriyor. Futbol, sadece takımın kazandığı için takip edilmiyor, boğazın çatlayana, sesin kısılana kadar şampiyon olduğun için bağrılmıyor. Takım sevgisi ve görev bilinci harmanlanıyor bu topraklarda; başarısızlığı sorgulasan da desteği esirgemiyorsun.


Demirspor taraftarıyla, futbolun sadece kazanmaktan ibaret olmadığının altını çiziyor, takımını sevmek için kupalar gerekmiyor. Yıllar geçse de; bazen umut etmek, inanmak yetiyor; tribünleri de dolduruyor, Bank Asya şarkıları da söyletiyor.


Başarı yokken coşku böyleyse, acaba Bank Asya’ya çıkarlarsa, ne olur? Yıkılır mı kent, kaç gün kaç gece düğün yapılır? Bu soruların cevabını almak dileğiyle, Play off’da Demirspor’un yolu açık olsun.

Bir notum var: Maç mı? Pendikspor 3-1 kazandı, Pendikspor’un attığı goller, alkışlandı. Demirspor’un tek golü ıslıklandı. Ama maç sonu futbolcular tribünlere çağrıldı.

Bir notum daha var: Maç sırasında atkılar açıldı. Şimşekler, Şafak Türkü’sünü söylemeye başladı. Ardından “Anneler Gününüz Kutlu Olsun, Kutlu Olsun, Anneler Gününüz Kutlu Olsun” diye tempo tuttu. Günlerden 8 Mayıs 2011 Pazar.

Son notum: Fotoğrafları, makineyi ıslatma pahasına seçtim.

19 Nisan 2011 Salı

Düşün düşün b.ktur işin yaz yaz çoktur derdin

Günlerdir uğraşıyorum; Arda Turan ile ilgili yazmayacağım, yazmayacağım, yazmayacağım. Sonunda yenildim ve başladım yazmaya...

Arda Turan, Galatasaray formasına, pembe giyenlere küfretmiş; Ayhan ve Adnan ağabeyi ile oturmuş Galatasaray formasının kutsallığına sövmüş. Amaaaa kendisi pembe tişört, pembe pantolon giyiyormuş. Aman allahım, Arda Turan’ın pembeli giysilerle boy boy fotoğrafları, o sayfada bu sayfada; twitter’da, facebook’ta... Her yerde pembe panter misali Arda Turan... Yeter mi sizce yetmeeeeez. Daha devam edecekler, sürecek bu düzen. Taraftar olarak hazırlıklı olmalıyız, Arda gardını almalı, seçilecek yönetim çok çok çok akıllı, soğukkanlı olmalı...

Etik dedik kekik olduk

TRT, hafiften sallanıyordu, tamamen devrildi. Artık reytinge hizmet eden bir devlet kanalı olarak hafızalarda yerini aldı. Özel kanalların bile satın almak istemediği görüntüleri (evet satılıyormuş), üstüne para verip (vergilerden toplanan paralar) döndürdü kanalında. Zaten izlemiyordum Hakan Şükür ve Sergen Yalçın’dan dolayı; zap yaparken bile geçmem yakınından. Formula 1’i RTL’den izlerim olur biter...

Gelelim, reklam filmi çekiminden önce formalara söylenen sözlere; Galatasaray kaptanına yakışmıyor, seviyesiz diyenlere sesleniyorum. Siz bir insandan ne bekliyorsunuz Allah aşkına, TRT spikeri (vay anasını bu konuda en iyi örnek halen onlar) gibi konuşmasını mı? Küfretmemesini mi? Evinde otururken takım elbise giyip, gıcır gıcır kösele tabanlı ayakkabılarla dolaşmasını mı, kallavi bir üniversiteden mezun yüksek lisans sahibi olmasını mı? Mutlak tutarlılık yoksa Hibrit otomobil kullanmasını mı?

Ağızlara acı biber

Siz nasıl konuşuyorsunuz, ağzınıza hiç küfür almıyor musunuz? Ekmekleri sürekli dilimliyor, çakal bıçak kullanmadan yemek yemiyor musunuz? Düzenli kitap okuyor ve spor yapıyorsunuz değil mi? Hiç dalga geçmiyorsunuz değil mi?

Arkadaşınızla oturmuş karşışıklı konuşurken, bir şeye kıl olduğunuzu ifade ederken; söylem analizi yapıp, içerik çözümlüyorsunuz. Eleştirinizi, yorumlarınızı şu şekilde yapıyorsunuz; ”Evet sevgili x’cığım nerden bakarsam bakayım yeterlilik düzeyini çok aşağılarda görüyorum bu formanın, hele ki maça giderken giydiğim uğurlu pantolonumla bütünlük sağlayamıyorum. Bu konuda çok büyük sıkıntılar yaşıyorum, içimde ifade edemediğim, sayfalara dökemediğim duygular uyandırıyor”. Hepiniz böyle konuşuyorsunuz ve bu yüzden cık cık cıklıyorsunuz, yakıştıramıyorsunuz değil mi?

Mercanı seviyorum ama parçalıya hayranım

Şimdi de biraz mercan formadan bahsedelim. Efendim, bende bir adet mercan forma mevcut. Arda’nın dost meclisinde sarfettiği bu laflardan sonra formamı yakacak değilim. Alınmadım, laga luga yapmıyorum, kem küm gevelemiyorum, mercan formanın turuncu ve mordan daha güzel olduğuna inanıyorum. İlk formam, çocukken mahallede peşinden koştuğum biricik parçalımla yanyana duruyor mercan formam. Yeni nesil parçalıma, Metin Oktay formama; mor, ve turuncu formalarım da eşlik ediyor. Bir tane de Adanademirspor atkım var dolabımda, hepsi kardeş kardeş duruyorlar, kavga gürültü etmiyorlar.

Ben de en çok parçalıyı seviyorum, tıpkı Arda Turan gibi. Ama rengarenk formalara karşı değilim, Arda Turan’ın aksine. Ama anlıyorum onun neler düşündüğünü bunları söylerken; ben de aynı şeyleri düşünüyorum çünkü. Biz tribündekiler parçalıya hastayız, parçalı bir yana dünya bir yana diyoruz. Yeri geliyor ağzımızı bozuyor, yeri geliyor ağlıyoruz; ısrarlıyız parçalı bir yana dünya bir yana.

İşte bu yüzden boşuna uğraşmayın. Şahane bir fikrimiz var, Arda’ya basacak taraftar tekmeyi, sırt dönecek demeyin, denemeyin artık. Yok Arda ıslıklanmış, yok yuhalanmış. Mutlu değilmiş, gidecekmiş; ayyyyy hiç sevmiyormuş Galatasaray’ı, koşarak uzaklaşacakmış tadında konuşmayın.

Bunca yıl ıslıklanan Sabri için hiç söylemediniz bunları, Sabri ayrıl Galatasaray’dan canını kurtar demediniz. Sabri’nin canı can değil patlıcan mı? Arda’yı koruyup kollamak isteyenler, uzaklaşın dağılın.

Arda giderse Madrid, İngiltere ya da Almanya’ya. Gelecek yıllar sonra, parçalıyı giyecek. O yüzden uğraşmayın boşuna; çubuklu değil, parçalı giyecek. Hadi hayırlısı, Allah utandırmasın Arda’yı da bizleri de...

Bir notum var: Fotoğrafsız olsun istedim. Yoksa ben de bilirim, formaya küfretti diye sallayıp; bir gün sonra armayı öpen Arda Turan fotoğrafını koymayı. Tutarlılık isteyenler, durup düşünsünler önce.

Bir notum daha var: Hey gidi, koca TRT heeeeeey!

30 Mart 2011 Çarşamba

Neden Harry Kewell diye çırpınıyoruz?

NTVSpor, bir ilke imza attı ve Harry Kewell ile şahane bir röportaj yaptı. Uzun zamandır Galatasaray formasını giyen bir oyuncunun bu kadar aklı başında konuştuğuna şahit olmamıştım. Galatasaray’ın, ülke futbolunun sorunlarını anlamış, hataları bulmuş, alttan alta çözüm önerileri de sunuyor.

Galatasaray’da yönetim belirsiz, oyuncuların kaderi bilinmiyor. Sırf bu söyledikleri için bile Kewell ile sözleşmenin yenilenmesi gerekiyor, akıl tutulması yaşadığımız günlerde Kewell bize umut ve güven veriyor. Bu arada, sadece sözleşme yenilemek sanırım yeterli olmaz; 19 numarayı da iade etmeliyiz. Soğukkanlı, istekli, kendini bilen ve disiplinli duruşuyla gençlere örnek olacak bir figure ihtiyacımız var. Anladık ki, bu tipte oyuncular altyapıdan yetişmiyor.

Harry Kewell’dan inciler

"Kimse unutmasın Galatasaray çok özel, çok önemli bir kulüp. Bakın ben Liverpool'dan geldim ama Galatasaray'ın ne kadar özel ve büyük olduğunu burada gördüm."

"İşler kötü gidince teknik adam gidiyor. Sahaya hiç bakılmıyor, Schuster'de olduğu gibi. Bence bir insana, bir teknik adama 2-3 yıl verilmesi lazım. Ondan sonra "Size şans verdik ama olmadı" denebilir. Altı ayda hiçbir şey olmaz. Sonuçta çalışıyorsunuz, şansa da ihtiyacınız var. İstikrarlı da olabilmeniz lazım."

"Dünyada birçok genç kaptan var. Arda'nın çok iyi bir kaptan olduğunu düşünüyorum. Bu kulübe de kaptan olarak çok yakışıyor bence. Zor bir sezon geçirdi, çok sakatlık yaşadı. Arda bence buranın 1 numarası olduğunu gösterdi. Bu arada Arda çok da komiktir. Beni de ilk geldiğimde çok güldürüyordu. Mutluluk çok önemli. Mutlu olduğunuzda iyi olursunuz. Arda'nın da mutlu olmaya ihtiyacı var. Arda'ya yapıştırılan etiket ne olursa olsun, Arda kendi olmak zorunda."

"Rijkaard geldiğinde beni de oynatmadı. 7-8 maç bekledim. Sonuçta hepimiz yetişkiniz ve elimizden geleni yaparak yerimizi kazanmalıyız Bir menajer seni oynatmıyorsa, seni sevmiyor demek değildir. Geri dönüp daha çok çalışmalısın. Bu da Türk futbolcularının öğrenmesi gereken şeylerden biri. Bu herkes için geçerlidir."


"Her oyuncu ile herhangi bir teknik direktör aynı fikirde olamaz. Ne olursa, hangi şartlar altında olursa olsun her futbolcu sahaya çıkmalı ve %100'ünü vermelidir.
Misimovic hakkındaki hikayenin tamamını bilmiyorum ama bizler Hagi'ye karşı çok saygılı olduk. O çok büyük bir oyuncuydu."

"Türkiye'de çok mutluyum. İstanbul'a geldiğim, Galatasaraylı olduğum için çok mutluyum. İnsanların sevilmesi zor değil, sevilmemesi zor ve kötüdür. Burada ailem çok mutlu, ben çok mutluyum."

“Ben yeni bir kontrat almak için savaşacağım. Ama kulüp farklı bir karar alırsa da saygı duyarım."

Bir notum var: Röportajın tamamına http://www.ntvspor.net/haber/spor-toto-super-lig/37347/soylediklerimle-basima-is-acabilirim linkinden ulaşabilirsiniz. Sadece okumakla yetinmeyin, kopuk kopuk oluyor; şiddetle tavsiye ediyorum izleyin.

24 Mart 2011 Perşembe

Futbol Hayattır Teorileri 6

Siyasete yakın, Galatasaray'a uzak ol, Hakan Şükür...

(Markette alışveriş yaparken ampulleri görünce - 23 Mart 2011)

1 Mart 2011 Salı

Kralın sesi baskın çıktı


Tom Hooper imzalı The King's Speec

h, En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Orijinal Senaryo ödüll

erini aldı. Geçmişin sesi, The Social Network’u geride bıraktı.

T

ören son yıllarda alışıla geldiği gibi güzel bir video ile başlıyor; ardından sunucu

lar sahne alıyor.

Videoda, James Franco ve Anne Hathaway’ın Inception’dan yo

la çıkarak; en iyi film adaylarında birer karakter gibi dolaşmalarını izliyoruz. Sonunda Geleceğe Dönüş filmine yoll

arı düşüyor ve DeLoren’e atlayarak günümüze, törene ışınlıyorlar kendilerini…

Resmi olarak törenin bir teması olmasa da, anne (aile) merkezli söylemler ve gençlik aşısı etkisini fazlasıyla hissettiriyor. Belki bunda en büyük pay, The Social Network’e ait. Bu yıl adaylarının anneleri (aileleri) özel olarak davet edilmiş. Törenin daha ilk dakikalarında, Anne Hathaway, annesini işaret etti. Ufak bir anne-kız atışmasıyla; gülüşmelere sebep oldu. Ardından James Franco ve anneannesi arasında geçen benzer diyaloglara şahit olduk. Taze Oscar ödüllü Tom Hooper’ın aklına The King’s Speech fikrini, annesi düşürmüş. Böylece ödül konuşmasında özel bir teşekkürü hak etti. Evet, aile önemli, bunun altını bu yıl sadece teşekkür konuşmalarında çizmedik; aklımıza kazıdık.

Dört kişiyi toplasak da bir Hugh Jackman yapmıyor

Hugh Jackman’ın ne kadar büyük bir iş yaptığını, son iki yılda iyice anladık. Yılların kurtları Alec Baldwin ve Steve Martin’in ardından; James Franco ve Anne Hathaway de yapamadı. İkili bir Hugh Jackman edemedi. Bir James Franco sever olarak, neden gece boyunca böyle gülümsediğini anlayamadım. Gülmek yakışıyor ama biraz fazla olmuştu sanki. Anne Hathaway için minik bir parantez açmak gerekiyor; Anne Hathaway, doyasıya eğlendi ve doğal, rahat tavırlarıyla bunu hissettirdi. Çok da iyi yaptı.

The King's Speech, En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Orijinal Senaryo ödüllerini aldı. En İyi Uyarlama Senaryo ödülü, The Social Network’e verildi. The Fighter'daki performanslarıyla Christian Bale ve Melissa Leo, En İyi Yardımcı Oyuncu ödülüne layık görüldü. Colin Firth En İyi Erkek Oyuncu ödülüne ulaşırken, gecenin en güçlü adaylarından Natalie Portman da En İyi Kadın Oyuncu seçildi.

Steven Spielberg’den kazanan ve kaybedenlere dair

En iyi filmi açıklamak için Steven Spielberg sahne aldı ve en iyi filmi şu sözlerle takdim etti: “Bir dakika içerisinde bu 10 filmden bir tanesi On The Waterfront, Midnighty Cowboy, Godfather, Deer Hunter gibi filmlerle anılmaya başlayacak. Diğer 9 tanesi ise, The Grapes of Wrath, The Graduate, Citizen Kane, Raging Bull gibi filmlerle anılmaya başlayacak. Sonuç her ne olursa olsun, hepinizi tebrik ediyorum. İşte karşınızda yılın en iyi 10 filmi.” Böylece en güzel sunuş konuşmasına imza attı.

Benim de var, böyle karşılaştırmalı bir listem. Züğürt tesellisi midir, bilmem ama; heykelcik alamayan, adaylıkla yetinen ve gönül bağı kurduğum filmleri, daha değerli görürüm.

Kısa kısa notlar

· Kameralar Javier Badem’e döndüğünde, yüzünde kocaman bir gülümseme olduğunu gördük. Şahsen Biutiful’un ardından onu gülerken görmek içimi rahatlattı.

· 28 yaşındaki Anne Hathaway, en genç Oscar sunucusu unvanını ele etti. Anne Hathaway, smokin ve topuklu ayakkabılarıyla güzel bir şarkı seslendirdi. Hugh Jackman’a da selam gönderdi.

· Üç video dikkat çekti. İlki açılışta sunucuların filmden filme yaptıkları geçişlerdi. İkincisi, Harry Potter and the Deathly Hallows Part 1, Toy Story 3, The Social Network ve Eclipse filmlerinden seçilen sahneleri, müzikal şeklinde izlediğimiz derlemeydi. Üçüncüsü ise, Colin Firth’un King George VI karakteriyle The King’s Speech’teki konuşması üzerine; en iyi film adaylarından parça parça izledik.

· Oprah Winfrey, En İyi Belgesel ödülünü verdi.

· Amerikan Başkanı Barack Obama’ya en sevdiği film şarkısı soruldu, Time Goes By yanıtını aldık.

· Kirk Dougles, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü sundu. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alırken yaptığı konuşmada Melissa Leo, ağzından küfür kaçırdı ve 83 yıllık Oscar tarihinde adını bu alanda ilk sıraya yazdırdı.

2011’in kazananları

En İyi Film:

The King’s Speech

En İyi Yönetmen:

Tom Hooper (The King’s Speech)

En İyi Erkek Oyuncu:

Colin Firth (The King’s Speech)

En İyi Kadın Oyuncu:

Natalie Portman (Black Swan)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:

Christian Bale (The Fighter)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:

Melissa Leo (The Fighter)

En İyi Animasyon:

Toy Story 3

En İyi Orijinal Senaryo:

David Seidler (The King’s Speech)

En İyi Uyarlama Senaryo:

Aaron Sorkin (The Social Network)

En İyi Yabancı Film:

In a Better World (Danimarka)

En İyi Görüntü Yönetmeni:

Inception (Wally Pfister)

En İyi Sanat Yönetmeni:

Alice in Wonderland (Robert Stromberg-Karen O’Hara)

En İyi Kostüm:

Alice in Wonderland (Colleen Atwood)

En İyi Belgesel (Uzun):

Inside Job

En İyi Belgesel (Kısa):

Strangers No More

En İyi Kısa Animasyon:

The Lost Thing

En İyi Kısa Film:

God of Love

En İyi Kurgu:

The Social Network (Angus Wall, Kirk Baxter)

En İyi Makyaj:

The Wolfman (Rick Baker, Dave Elsey)

En İyi Müzik:

The Social Network (Trent Reznor, Atticus Ross)

En İyi Şarkı:

127 Hours (Randy Newman, If I Rise)

En İyi Ses Montajı:

Inception (Richard King)

En İyi Ses Miksajı:

Inception (Lora Hirschberg, Gary A. Rizzo, Ed Novick)

En İyi Görsel Efekt:

Inception (Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley, Peter Bebb)

21 Şubat 2011 Pazartesi

Futbol Hayattır Teorileri 5


Pazartesi, salı,
çarşamba ve perşembeyi kaleye ilerleyen Messi edasıyla çalımlamak istiyorum.

(Barlecona-Athletic Bilbao maçında Messi'nin seri çalımlarını izlerken-20 Şubat 2011)

8 Şubat 2011 Salı

Gazoz şişesine sığan hayvanlık

Protestocu avına çıkan Adnan Polat, asıl şimdi görev seni çağırıyor.

Galatasaray – Eskişehirspor maçında, 11 yaşındaki Batuhan Sağır, üst tribünlerden başına gelen gazoz şişesiyle ağır yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. Çok şükür hayatta ama hayat onun için eskisi gibi olmayacak… 400’den fazla kamera olduğunu söyleyen, protestocuları tek tek bulacağını, bunun takipçisi olacağını bangır bangır bağıran Galatasaray yönetimi, şimdi tam zamanı; kullan kameraları.

Hafta boyu, Eskişehir maçına, yeğenimi götürsem mi diye düşündüm. Sonunda planlar rafa kalktı… Batuhan’ın başına gelenleri okuyunca içim bu yüzden daha fazla cız etti. Futbolu sevmek her geçen gün zorlaşıyor, ciddi tedbirler alınması için stadyumlarda katliam yaşanması mı bekleniyor?

21 Ocak 2011 Cuma

Zaten sen de yoksun

Sevgili Harry,

Umarım her şey yolundadır, maçlarını olabildiğince takip etmeye çalışıyorum. Ama işte, medyada Asya Kupası’na çok fazla yer ayrılmıyor. Yurtdışı kaynaklı sitelerden, maç sonuçlarını ve golleri izlemekle yetiniyorum.

Senden sonra ortalık karıştı buralarda, hele ki son hafta… Toz duman oldu etraf. Taraftarla yönetimin arası iyice açıldı… İlk olarak Colin Kazım’a Galatasaray forması verildi, bu olacak şey mi, Harry? Ardından Türk Telekom Arena’daki protesto açıklamaları… Gelişmeleri ne kadar takip edebildin bilmeden; ben bunları böyle çalakalem yazıyorum ama... Dur, senin için yaşananları kısaca özetleyim.

Devre arasında takım Antalya’da kampa başladı. Ardından yeni transferler açıklandı, Juan Emmanuel Culio ve Colin Kazım artık Galatasaray’daydı. Harry, Colin Kazım ağır oldu bizim için, Türkiye’de hiç mi futbolcu kalmadı? Colin Kazım, Hagi’ye ve Galatasaray’a bağlılık demeçleri verdi. Fenerbahçe formasını öpmemişmiş, sadece Galatasaray formasını öpmüşmüş; sonra yok öpmemişmiş ısırmışmış. Artık bunları okumak, duymak incitiyor beni… Profesyonellikten uzak tribünlere oynayan söylemler yerine, üç büyükler arasında transfer olan futbolcular, sadece efendi efendi top oynasınlar.

Ardından içimiz acıdı, Ali Sami Yen’le vedalaştık. Ne desem bilemiyorum, zaten günlerdir Galatasaray formasını senin üzerinde göremiyorum. Oysaki ne çok isterdim veda gününde sen de olsaydın… Tribünlere çağırsaydık seni, Daddy Cool’un eşliğinde Harry, Harry Kewel diye bağırsaydık, son kez. Sen numaralının yeni açığa yakın tarafında ısınırken eski açık, adını bağırsaydı. Şöyle bir başını kaldırıp baksaydın tribünlere, ardından koşarak geçseydin orta sahayı, kavuşsaydı eski açık sana. O sırada tabi ki, bütün stat bağırıyor senin adını, kocaman gülümsemenle, alkışlasaydın tribünleri; Sami Yen alkışlasaydı seni. Uzun süredir kimse sevilmedi senin kadar, unutulmaz olmadı senin kadar… Keşke son kez Sami Yen’in çimlerinde görseydik seni… Atacağın bir golün ardından son kez, haykırsaydık adını.

Ali Sami Yen’den ayrılırken o gece, içimden Türk Telekom Arena’da buluşacağız dedim. Zaten çok az kalmıştı açılışa, sayılı gün çabuk geçerdi… Geçti de. Yeni yuvamıza taşınma zamanı geldi, yola koyuldum. Metroya ilerlerken, Sami Yen’e baktım şöyle bir… Neyse Harry, vedalar zor oluyor, bilirsin.

Türk Telekom Arena’da yerimizi aldık, sen yoktun. Galatasaray, Ajax ile 0-0 berabere kaldı. Maçtan çok protestolar konuşuldu. Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Adnan Polat, ıslıklayan ve yuhalayanların Galatasaraylı olmadığını, bu kişilerin tespit edileceğini ve bir daha stada alınmayacağını söyledi. Söylesene Harry, ben buna güleyim mi, ağlayayım mı? Sonra birçok kişi, Galatasaray taraftarına hakaret etti; protestocuların babaları belli değil, nankörler, şerefsizler, kuş beyinliler denildi. Sorduğunu duyar gibiyim, ama yönetim bu laflara karşı da taraftarını sahiplenmedi.

Zaten sen de yoksun Harry, ortalık çok karışık. Günler çok zor geçiyor, takımın tadı tuzu yok; taraftar çok kırgın, kızgın, üzgün… İçim buruk Harry.

Bugün duyduk ki, Robinson Zapata, Bogdan Stancu ve Yetka Kurtuluş transferleri tamamlanmış. Ama bu oyuncular faydalı olur mu, Galatasaray ligi kaçıncı bitirir, gelecek yıl Avrupa kupalarında oynayabilir mi, bunlar üzerine düşünmüyorum.

Harry lütfen, tarafsız yanıt ver bu soruma, “takımları var eden taraftarları değil mi?” Biz, böyle düşünen futbol romantikleri, abartıyor muyuz sence? Yoksa çoktan değişti mi, futbol düzeni?

Çok özledik seni Harry, seslenmek istedim bu yüzden. Biraz dertleşmek istedim seninle… Bol şans diliyorum maçlarda, umarım olabildiğince yukarılara çıkarsınız. Kucak dolusu sevgiler… Lucas’a da selamlar…

17 Ocak 2011 Pazartesi

İlk fırsatta taraftara sırtını dönmek

Hayatta soğukkanlı olmak lazım... Durmak düşünmek, yerli yerinde tepkiler vermek gerekir... Ama taraftarlık, soğukkanlılıktan uzaktır; aksine sıcak, kızgın, el yakar taraftarlık. Hiçbirimiz takımlarımızı seçerken, boştan alıp doluya koymadık, matematik formülleri üzerinde çalışmadık, şu takımın istatistiği daha iyi, adı daha güzel söyleniyor demedik.

Bir baktık ki; sıcak bir ateş topu düşmüş içimize. Yeri gelir en sevdiğin futbolcuyu paralarsın, atkını fırlatırsın... Kapalının üstünden ayakkabı atıldığına şahit olursun. Taraftarlık, biraz dengesizliktir, biraz tutku, en çok da sahiplenme...

İki gündür gazeteleri okudukça, açılıştan çok tepkileri düşünüyorum. Galatasaray yönetiminin taraftarını hiçe saymasını anlamlandırmaya çalışıyorum, evet çok sürmüyor hemen çözüyorum hikayeyi. İç içe geçmiş çıkar ilişkileri...

Sonra, stadın yarısı kulüp üyesi, geri kalanı kombine sahibiyken, bunlar Galatasaraylı değil açıklamasına takılıyorum. Yönetimin davetlisi olan stadın yarısına denk gelen taraftarlar, kombine sahipleri Galatasaraylı değil mi?

Galatasaray yönetiminin göz ardı ettiği, taraftarlığın ilk kuralıdır; sahiplenmedir. O gün binlerce kişi Galatasaray’ı sahiplendi, biz varız dedi. Taraftardan iyi günde, kötü günde destek isteyen yönetim ise taraftarına sırt çevirdi, fişlemekle tehdit etti.

Şimdi tehditler, özürler, ithamlar havalarda uçuşuyor... Türk Telekom Arena mı? İçimizdeki ateş topu biraz sakinleşsin, ilerleyen günlerde ondan da bahsederiz.

Son söz: Galatasaray sevgimin birazı Ali Sami Yen’de kaldı. Eksildim...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Galatasaray kimliğini kaybetti! Hükümsüzdür!


Sarı-kırmızı ve Colin Kazım ya da sarı–kırmızı ve Kazım Kazım... Yok ikisi de olmuyor. Bir üçüncü isim verseniz bu arkadaşa o da olmayacak.

Colin Kazım’ı çubukluyu çıkardı, parçalıyı giydiği için sindirememezlik yapmıyoruz. Çubuklunun kıymetini bilmeyen, istikrarsız, burnu havada, taraftarla kavgalı olduğu için istemiyoruz. En acısı, böyle bir oyuncuyu parçalıya layık gördüğü için Hagi’ye kızıyoruz.

Hagi’den bir teknik direktör olmuyor, olduramıyoruz... Ne kadar istesek ne kadar zorlasak, kalbimizi devreye soksak; mantığımızı, aklımızı çöpe atsak da yok; Hagi’den bir teknik direktör yapamıyoruz. Hagi, teknik direktörken, bir doğru yapıyorsa; hemen ardından 3 yanlış yapıyor. Bir doğrudan da oluyoruz böylece; halan üç yanlış bir doğruyu götürüyor bizim kitabımızda.

Jo, Keita disiplinsiz diye gönderen yönetim; Misimoviç’i disiplinsiz diye gönderen Hagi çocuk oyuncağı yaptı Galatasaray’ı. Resmi sitesinden, korkarak duyurduğu bir transfere imza atan yönetim, iki genç oyuncusunun sözleşme yenileme duyurularının altında bir satırla yazdı, Colin Kazım transferini. Ey yönetim, utanıyor musun? Utandığın, duyurmaktan çekindiğin bir oyuncuyu neden alıyorsun?

Colin Kazım, Galatasaray’da kendini ispatlayacakMIŞ. Galatasaray, kendini ispat edecek oyuncuların rehabilitasyon merkezi mi? Serdar Özkan, Gökhan Zan’ın ardından şimdi de Colin Kazım? Şimdi kaç gol kurtarır Colin Kazım’ı. Şimdi Türkiye kupası kurtarır mı Hagi’yi, Adnan Sezgin’i.

Evet başarı istiyoruz, taraftar olarak; maçları kazanmak istiyoruz, kupalar almak istiyoruz. Ama başarıya giden her yol mübah değil; o yüzden Colin Kazım’ın atacağı golleri, gol paslarını istemiyoruz. Harry Kewell gibi gole giderken yapılan faulden sonra ayağa kalkan, penaltı için kendini yere atmayan futbolcu giysin parçalıyı (Her yazıda, Harry Kewell örneği vermekten ben bile yoruldum). Takımdaki Harry Kewell’ların sayısı artsın; Cüneyt Tanman hatırlansın.

Ey yönetim, taraftar sadece, Türk Telekom Arena’nın hatrına susuyor, farkında mısın?