3 Haziran 2010 Perşembe

Bob Dylan’a selam olsun

Mızıkasıyla konuşan adam, çatallı sesi ve güçlü müziği ile Bob Dylan, mayısın son akşamı, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda, sahne aldı.

Bu konser öncesi gayet sakindim, günleri geri saymadım ya da Bob Dylan albümlerini başa alıp alıp dinlemedim. Hatta işten çıkıp konser için yola koyulduğumda Mor ve Ötesi’nin Masumiyetin Ziyan Olmaz albümünü dinleyeme başladım. Pek eşine rastlanır bir durum değildi bu sakinliğim. Ta ki Harbiye’nin başında bir telaş aldı beni, şaka değildi, Bob Dylan ile buluşmaya gidiyordum.

Açıkhavanın etrafında halen bir inşaat telaşı var, mini mini inşaat araçlarının arasından geçerek mekana ulaşılıyor. Çaresizce bilet ihtiyacını kağıtlara yazıp havaya kaldıranlar, heyecanı gözlerinden okunan bir kalabalığın arasında rahatlıkla seçiliyordu. Mekan etrafında birileri tezgah açmış; Bob Dylan tişörtleri satıyordu, içerde orijinal ürünler el yakarken burada gayet makul fiyatlara talep fazlaydı.

İşte, beklenen an geldi... Mekan dolmadan, telaşlı ve geç kalanlar yerlerini ararken 21:05’te Bob Dylan boy gösterdi sahnede ve 22:55’de veda etti. Bu arada zaman su gibi akıp geçti. Özellikle Master Of War, Like A Rolling Stone ve Just Like A Woman’ı canlı canlı dinlemek büyük bir zevkti. Bir öğretmen edasıyla yavaş yavaş, ısrarla uğraştı; sonunda bizlere nakaratı söyletmeyi başardı; hep bir ağızdan bağırdık: “Just Like a Woman” diye.

Saat 23:00’a doğru bir ara, ekip sahneden ayrıldı, ben ara verdiler diye düşündüm; içecek birşeyler almak için yerimden doğruldum. Merdivenler birden dolmaya başladı, allah allah insanlar nereye gidiyorlar dedim kendi kendime. Sonra kalanlar çılgınca alkışlamaya başladılar; evet evet kalabalık bis istiyordu. Ama ara vermediler mi? Daha 23:00 bile olmadı şeklinde düşünceler aklımda dolaşırken; ekip sahnede tekrar boy gösterdi. Rahatladım, araymış, daha çalacaklar bir dolu şarkı derken; ben diyim bir, siz diyin iki şarkı sonra Bob Dylan ve ekibi bizleri selamlıyordu. Ardından Bob Dylan arkadaşlarına başıyla bir hadi işareti yaptı. Ben işte, yeni şarkılar geliyor derken, sahne arkasına geçtiler ve tüm ısrarlara rağmen bir daha çıkmadılar. Bana da Bob Dylan’ın sesine ve nefesine sağlık; kalsaydı bir kere daha mızıkasıyla mest etseydi demek kaldı. Böylece İstanbul, 21 yıl aradan sonra Bob Dylan ile tekrar vedalaştı.

Bir eksik vardı ama neydi bilemedim

Ekibini bir kez tanıtan Bob Dylan dinleyicilere de bir kere seslendi. Bakıldığında davulun, gitarların ve mızakanın Bob Dylan’ın sesinin uyumu muhteşemdi. Hele o davul ve elektro gitar, ancak bu kadar güzel çalınabilirdi. Ama gelin görün ki, konserle ilgili bir boşluk vardı. Bunun nedeni; çok hareketli parçaların, hızlı hızlı çalınması ve Dylan’ın pek söz almaması mıydı? Ya da geçen yılki Leonard Cohen performansının, bütün dengeleri altüst etmesi miydi? Yanıtı gerçekten bilmiyorum; tıkır tıkır işleyen konsere, güçlü müziğe rağmen bir baharat eksikti.

Şu fani hayatta Bob Dylan’ı bir kuşak daha canlı canlı İstanbul’da dinledi ve müziğinin gücüne, enerjisine hayran oldu. Bu yaz İstanbul’u konser anlamında hareketli günler bekliyor; siftahı Bob Dylan ile yaptık; kapanış için ise Eylül ayında U2’yu bekliyoruz.

Merak edenler için açıkhavada yankılanan şarkılar

Rainy Day Women 12&35

Lay, Lady, Lay

I’ll Be Your Baby Tonight

Stuck Inside Of Mobile With The Memphis Blues Again

Just Like A Woman

A Hard Rain’s A-Gonna Fall

Cold Irons Bound

Most Likely You Go Your Way (And I’ll Go Mine)

Spirit On The Water

Highway 61 Revisited

Masters Of War

Thunder On The Mountain

Like A Rolling Stone

All Along The Watchtower

Tanrı Messi’yi korusun


X-men, yapay zeka ya da uzak uzak galaksilerden dünyamızı gelen bir uzaylı olduğunu düşüne duralım... Messi, savunma oyuncuları için çaresizlik, takım arkadaşları için güvence, Barcelona için gol demek.

Herhangi bir Barcelona maçında, herhangi bir rakibe karşı Messi’nin attığı golden sonra spiker ne diyeceğini bilemiyor. Gol dese, olmuyor; şahane, dese yetmiyor; anlatmaya çalışsa tarifsiz kalıyor; işte bu yüzden, spiker avazı çıktığı kadar haykırıyor: MESSİ, MESSİ, MESSİİİİİİİİİİİİİ… Çünkü Messi’nin attığı bir golden sonra, insan futbolu sorguluyor. Pele ve Maradona’yı düşünüyor, bırakalım artık Cristiano Ronaldo’yu. Messi diyince aklımıza Pele ve Maradona geliyor. Sanki Futbol Üç’lemesinin eksik filmi tamamlandı, Messi vizyona girdi. Pele’yi, Maradona’yı kaçıran kuşaklar için Futbol Tanrı’ları bize Messi’yi gönderdi.

Arjantin’den Barcelona’ya gole giden yolculuk

Lionel Messi, Che Guevara gibi Rosario’da, 24 Haziran 1987’de futbolu din gibi gören bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Beş yaşında Grandoli’de futbol oynamaya başlayan Messi, üç yıl sonra 1995’te Newell’s Old Boys (Nyuls) kulübüne transfer oldu. Rosario şehrinin en eski ve olanakları en fazla olan kulübüydü. Messi’nin bundan sonraki hedefi River Plate’ti. Fakat işler beklendiği gibi gitmedi. River Plate’te transfer öncesi yapılan rutin testlerde Messi’de hormon eksikliği ve büyüme hormonlarıyla ilgili bir problem olduğu ortaya çıktı. River’ın teknik ekibi Messi’nin boyunun 1.40 cm’i geçmeyeceğini ön gördüler. Evet, 11 yaşındaki Messi için bir tedavi vardı ve aylık 900 doları gözden çıkarmak gerekiyordu. Bu maliyetin altından kalmayacaklarını söylen River Plate yetkilileri, Avrupa kulüpleriyle bağlantıya geçilmesini önerdiler, belki de Messi’nin geleceğini hazırladılar.

Aradan geçen iki yılın sonunda Arjantin için işler pek iyi gitmiyor, ülke ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor, kara bulutlar dolaşıyordu. Messi adına ise, yeni bir dönem başlıyor, Barcelona’ya seçmelere katılmaya gidiyordu. Barcelona’da Messi’yi keşfeden Charly Rexach, “Daha önce böyle bir şey görmemiştik” diyerek, Messi’nin ne kadar özel olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Ve Messi’nin Barçalı günleri başlıyor. Messi, resmi olmayan ilk maçında, 2003'te FC Porto’ya karşı oyuna girdi. Bir yıldan kısa bir zaman sonra Frank Rijkaard, Espanyol karşısında Messi’ye forma şansı verdi ve Messi 17 yaşında ilk resmi maçına çıktı.

Barça’daki ilk maçları kadar önemli bir diğer maçı ise, Manchester United ile oynanan 2009 Şampiyonlar Ligi finalidir. 1.70 cm’lik boyuyla Messi, o maçta bir kafa golü attı ve fiziksel olarak kendini eleştirenlere de gereken cevabı verdi. Bu maç kariyerinin kırılma noktasıydı, ama Messi’yle ilgili kafasında soru işaretleri olanlar halen var. Başarısını Barcelona dışında bir takımda sürdürebilir mi ya da Messi’yi “Messi” yapan Barça’nın fantastik oyunu mu gibi sonu gelmez sorular akıllarda dolaşıyor.

Messi eşittir gol

Bunları sorgulayanlar çok önemli bir noktayı atlıyorlar. Messi futbol oynamayı çok seviyor, bunu bir iş olarak görmüyor, tevazu ile oynuyor. Bir gol atsa, ikincisi için uğraşıyor, ardından üçüncü, bu böyle sürüp gidiyor, hiç vazgeçmiyor; çünkü oynamayı seviyor. Bu yüzden üzerindeki formayı, takım arkadaşlarını değiştirsek de tek bir hedefe koşuyor. Messi gole gidiyor… Messi topu ceza sahasında ayağına aldığında rakip takımdan üç kişi etrafını sarıyor, Messi kendine bir boşluk buluyor ve onlardan sıyrılıyor, ya gol atıyor ya gol attırıyor.

Eski ve yeni buluşuyor

Futbol hızla değişiyor, siyah beyaz maçlara gitmeye gerek yok, son yıllarda bile görebiliriz bu değişimi, artık 10 numaranın gerekliliğini sorguluyor, takım oyunundan, çok pastan, top kontrolünün öneminden söz ediyoruz. Kolektif futbol dile gelmeden, endüstriyel futbol bilinmezken, henüz bizler çocukken; futbolda bireysel yetenek demek her şeydi. Maradona ayağına topu alıp dikine oynar ve kaleciyi de çalımlardı. O golleri izlerken ağzımız halen açık kalıyor. Şimdi çok paslı, sonunun gol olacağını belli olan pozisyonlar kadar seviyoruz Maradona’nın gollerini izlemeyi. İşte Messi, hem geçmişin yetenek merkezli futbol anlayışını hem de takım oyununu temsil ediyor. Topu sol sağ ayağında çeviriyor, neredeyse kendisiyle paslaşıyor, ceza sahası içinde rakibini çaresiz bırakıyor ve fileleri havalandırıyor. Top Messi’ye sonsuz bir teslimiyetle itaat ediyor, çünkü Messi tartışmasız günümüzün en önemli futbol ilahı.

Bu yüzden, Messi’yi Barcelona dışında bir takıma koysanız da; akıl dolu gollerini atar, akıl dolu paslarını verir; her golden sonra yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kafasını iki yana sallar. İki işaret parmağıyla gökyüzünü gösterir ve takım arkadaşlarıyla kucaklaşır.

Goller, ödüller, kupalar… Şimdi sırada 2010 Dünya Kupası var. Messi son iki yılda yaptıklarıyla diğerlerinden çok farklı olduğunu gösterdi. Dünya Kupası’nda Arjantin Milli Takımı ve Maradona ile birlikte yapacaklarını herkes merak ediyor. Tanrı Messi’yi korusun ve dünya kupasında onu doya doya izleyebilelim.